Yağmur Pınar
2 min readSep 8, 2021

Doğum, yaşam ve ölüm.

Bu üç kelimeyi anlamlandırabilmek zor. İnsanlar senelerce doğumun kutsallığını, yaşamın güzelliklerini ve sancılarını, ölümün bilinmezliğini yazmışlar hikayelerde, destanlarda. İnanmışlar dünyada var olan her nesneye ve canlıya. İnanmışlar ve türlü hikayeler uydurmuşlar inançlarına. Öyle güzel hikayeler çıkmış ki ortaya, yaşanmış saymışlar her birini. Çünkü yaşanmış olmasını dilemişler içten içe.

Göklerin efendisi Zeus’un gücü etkilemiş, Aşk Tanrıçası Afrodit’in güzelliği büyülemiş hepsini. Rengarenk resimlerini çizmişler, heykellerini yapmışlar şehrin dört bir yanına. Sevilmek istemişler kendi yarattıkları tanrılar tarafından. Anıtlar yapmışlar, sunaklar hazırlamışlar en iyi kul olabilmek adına. İnançları o kadar büyükmüş ki yeri gelmiş can vermişler kendi elleriyle yaptıkları sunaklarda, kendi düşünceleriyle yarattıkları tanrılar uğruna.

Önce toprağa,gökyüzüne, renklere; var olan her canlıya,duyguya ve nesneye inanmışlar. Sonra söz sahibi insanlar inancı sınırlandırmışlar, kurallar koymuşlar. Belki insanoğlunun yaratıcı zekasından ve yapabileceklerinden korkmuşlar. Yeniden yazılacak bir senaryonun dünyayı ve düzeni değiştirebilme tehlikesini fark etmişler belki de. Gücü ellerinde tutabilmek adına diğer insanların vazgeçmesini sağlamışlar onları ilk zamandan beri hayatta tutan, hayallerini yeşerten inançtan.

Önce en kolayından vazgeçmiş güçsüz insanlar. Doğaya olan inançlarını bırakmışlar. Doğanın onlara sunduğu nimetleri görmezden gelmişler. Artık dünyada yer alan hiçbir varlığa sevgi ve saygı göstermez olmuşlar. Sonra renkler silinmiş onlar için birer birer. Böylesine göz alıcı renklerin var olmasının nedeninin tanrının ressam oluşuna inanan atalardan, sadece karanlığın,korkunun,ölümün rengi olarak kabul gören siyahı anlamlandırabilen nesiller yetişmiş. Ve en son kendilerine olan inancı kaybetmişler. Bu öyle büyük bir şeymiş ki ne doğum onlar için kutsal, ne de yaşam onlar için güzel ya da sancılıymış. Bir tek ölüm değişmemiş. Bilinmezliği değiştirememişler çünkü.

Artık insanların gözünde hiçbir sıfat yokmuş bu üç kavram için. Sadece doğum, yaşam ve ölümmüş. Ne yaratıcı hikayeler varmış ne de farklı renkler…

İnancın ve renklerin büyüsünü unutmuş bir nesil nasıl anlamlandırabilir doğumu, yaşamı ve ölümü?

Anlamlandıramadığı bir dünyada nasıl acı çekmeden devam edebilir bir insan her gün?

Yaratıcılığa ket vurulmuş bir düzende nasıl anlatabilir bir kişi kendi hikayesini diğerlerinden farklı bir şekilde?

Hikayesi olan insanları,eşyaları, şarkıları seviyorum. Bir hikayesi yoksa da yaratıyorum ve anlam katıyorum kendimce. Çünkü hikayeler bana inancın ve renklerin varlığını hatırlatıyor.

Yakın arkadaşım bugün bana “Rüyamda mavi renginin doğum günüydü.” dedi. Bu yazım da mavinin doğum hikayesi olsun.

Bugün siyahın ölüm, mavininse doğum günü !